Çiçeklerin Sultanı Gül
Gül, çeşitli vasıflarıyla daha çok sevgilinin sembolü olarak kabul edildiğinden şairlerin ilham kaynağı, çiçeklerin de sultanıdır. Gülün tarihi, insanlığın tarihinden önce başlar der kimi tarihçiler. Yazılı tarihte güle ait ilk kayıtlara 5000 yıl önceki Mezopotamya kil tabletlerinde rastlanmış. Türkler tarafından eski devirlerden beri bilinmekte olup edebiyatta çokça kullanılan motiflerden biridir. Bütün klasik Doğu edebiyatlarında olduğu gibi divan edebiyatında da gül, bülbülle birlikte aşığı ve sevgiliyi temsil eder. Klasik Türk edebiyatında ise gül, sevgili tipinin bütün özelliklerini taşır. Efsaneye göre başlangıçta rengi kırmızı olmayan gül bülbüle hiç yüz vermez. Gülün bu ilgisizliğine dayanamayan bülbül bir gün her şeye rağmen gidip gülün üzerine konar. Dikenler bülbülün gövdesine batarak kanatırlar. Gülün dibine dökülen bu kanlar onun kökünden damarlarına doğru yayılır ve gül o günden sonra kan rengine bürünür. Gül bülbülün sesine kulak vermez, açılıp yüzünü göstermez, daima dikenle iş birliği yaparak onun bağrını yaralar. Ancak dünyada dikensiz gül bulmak mümkün olmadığından bülbül de, “Gülü seven dikenine katlanır” diyerek teselli bulur. Gülün dikeni aşığın rakibidir. Bunun dışında gül ile diken iyilik ve kötülük, kolay ile zor, dost ile düşman zıtlıklarını da ifade eder.






Tazelik, incelik, narinlik, nazlılık hem gülün hem de dalının, yaprağının ve fidanının özellikleridir. Gül rengi, şekli ve kokusu bakımından da çeşitli benzetmelere konu teşkil etmiştir. Bunların başında onun her yönüyle Hz. Peygamber’e benzetilişi gelmektedir. Yûnus Emre’nin, “Çiçek eydür ey derviş gül Muhammed teridir” mısraında ifade ettiği gibi gülün kokusunu Resûl-i Ekrem’in terinden aldığına inanılır. Tasavvuf da gonca halindeki gülün vahdeti, açılmış gülün kesreti ifade etmesine karşılık gülşen gönül açıklığını yahut kirinden, pasından temizlenerek ilahi güzelliğin yansımasına hazır hale gelmiş kalbi ifade eder.
Divan edebiyatı yanında, Türk halk ve tekke edebiyatlarının hemen bütün ürünlerinde de güle yer verilmiştir. Gülün çeşitli özellikleriyle ele alındığı mâni, türkü, atasözü, deyim, ninni, ağıt, ilâhi, halk hikâyesi ve kıssalar bugün de Türk halkı arasında canlı olarak yaşamaktadır. Türk mutfağına özel, gül reçeli ve gül şurubundan başka parfümeri sanayide de gül suyu ve gül esansı eskiden beri bilinmektedir.
Ünlü hekim Hippokrates (M.Ö.460-377), gül yapraklarının uterus ve deri hastalıklarının tedavisinde kullanımından söz ederken, laksatif olduğunu da belirtmektedir. Grekler’de gül çelenkleri, baş ağrısının tedavisinde kullanılmıştır. Pedanius Dioscorides (M.S.40-90) De Materia Medica isimli eserinde, gözler ve kulaklardaki bazı sorunların çözümünde gülden yararlanıldığını, “Rhodides” isimli gül yapraklarından yapılmış bir pomad olduğunu anlatmaktadır. Ezilmiş gül yapraklarının gözleri rahatlatmak için, şarap içine katılarak baş ağrıları, kulak ağrıları ve hemoroidler için kullanılabileceğini belirtirmiştir.






Latince’de “Gülün Altında” anlamındaki “Sub Rosa” terimi, “Ne konuşulursa, ne olursa, orada kalır.” ifadesinde gizlilik içermektedir ve Pompeii’deki bazı duvar resimlerinde yazılı olduğu görülmüştür.
Sonraki dönemlerde de gül çeşitli kültürlerde yaygın biçimde kullanılmaya devam etmiştir. Başta İbn-i Sina olmak üzere, birçok hekim, gülden elde edilen çeşitli ilaçları, özellikle baş, boyun, kulak, göz, mide ve ruhsal rahatsızlıklarda sıklıkla kullanmışlardır. Ülkemizde ve dünya genelinde en çok yetiştirilen çiçeklerin başında geliyor. Kendine has kokusu ve görüntüsüyle çok sevilen çiçeklerden biri olan gülün kırka yakın çeşidi var. Türkiye‘de en çok gül Isparta’da yetiştirilir.
”Güle kıymet verilmezdi, aşık ve maşuk olmasa.” (Aşık Veysel)
İlgili
Bunları da beğenebilirsiniz

Gezi Rehberi – BOLU
Şubat 15, 2022
Dünya Mutfakları – Hindistan Gastronomi
Şubat 15, 2022